TARIHTE ILK KRAL KAHRAMAN GILGAMES 9

9 Şubat 2014 Pazar

Gilgames ne yaparsa yapsin yine de Enkidu'nun acisindan bir türlü kurtulamiyordu. Ne olurdu onu bir daha görebilsem, diyordu. Sanki bir daha görse bütün acilarini unutacakmis gibi geli- yordu. Birden aklina, gidip Tanrilarimiza yakarayim, belki onu bir daha görmeme yardim ederler, diye bir fikir geldi. Önce Tanrilarin babasi Enlil'e basvurdu, o aldiris etmedi. Ay Tanrisi Nanna'ya anlatti derdini, o da kulak asmadi. En sonra "Bunun çaresini bulabilecek tek Tanri Bilgelik Tanrisi Enki olmali. O insanlara yardim etmeyi bilir ve sever. Bana da sevgili arkadasimi bir kerecik olsun tekrar gösterebilir" diye düsündü ve hemen onun Eridu'daki sualti sarayina gitti ve ona yana yakila derdini anlatti. Bilgelik Tanrisi Enki, "Benden öyle bir istekte bulunuyorsun ki, benim yapmama olanak yok. Ölen birini ben nasil canlandirabilirim? Yeraltindan çikma izni yalniz Çoban Tanrimiz Dumuzi'ye verildi. Fakat o bir Tanri. Öyle oldugu halde ancak alti ay yeryüzünde kalabiliyor" dedi. Gilgames bunlari duydugu halde, yine Tanri'nin yakasini birakmiyor, durmadan yakariyor, "Onu ne olur bir kez daha görebilsem!" diyordu. Tanri Enki uzun uzun düsündükten sonra, "Eger Günes Tanrisi Samas yeraltina bir delik açarsa oradan Enkidu'nun gölgesi çikabilir, ama yalniz kisa bir süre için" dedi. Gilgames bunu duyunca, sanki hemen olmus gibi heyecanlandi ve gözlerinden yaslar akarak, "Yalniz gölgesi, yalniz kisa bir zaman için de olsa raziyim, yeter ki, onu bir daha göreyim" diye boynunu bükerek yalvardi. O kadar içten söylüyordu ki bunlari, Tanri Enki dayanamadi ve onu saglamaya çalisacagina söz verdi ve sözünde durarak Günes Tanrisi Samas'in yeralti dünyasinin gansir kapisini açmasini ve Enkidu'nun gölgesinin yeraltindan çikmasini sagladi. Iki arkadasin büyük bir sevgi ve hasretle birbirlerini kucaklamalari görülecek gibiydi. Ikisi de gözyaslariyla birbirlerini durmadan öpüyorlardi. Bu bulusma ne yazik ki çok uzun sürmeyecekti. Gilgames bu arada yeraltinda neler oldugunu ögrenmek istiyordu. Onun için "Sevgili arkadasim ne olur bana yeralti dünyasindan söz et! Neler var orada? Nasil bir yasam sürüyorsun orada?" diye sordu. Enkidu'nun nese dolu yüzü soldu. Gözlerinden yaslar yeniden bosandi. Onlari silmeye çalisirken "Sevgili kardesim, hatirlatma bana onlari, söyletme beni! Gördüklerimi anlatirsam dayanamaz aglarsin, su kisacik bulusmamizda seni onlarla üzmek istemiyorum" dedi. Bu sözler Gilgames'! daha çok meraklandirmisti. Ne olursa olsun dinlemek, onunla her üzüntüyü paylasmak istiyordu. Bu nedenle Enkidu'yu anlatmasi için yeniden sikistirmaya basladi. Enkidu daha fazla susamayacagini anladi ve "Sevgili kardesim, elimi sürmeye kiyamadigim o güzel vücudumu simdi yeraltindaki böcekler, kurtlar eski bir giysi gibi kemirip yiyorlar. Begendigin, sevgi ile oksadigin basim bir çamur teknesine döndü. Oradakilerin gidasi toz, toprak." Gilgames bunlari dinlerken büyük bir ürperti geçirdi. Arkadasi için üzülürken birden kendi ölümü geldi , aklina ve hemen "Ben de mi öyle olacagim ölünce, hayir ben ölmemeliyim, ne yapip yapip ölümsüzlügü bulmaliyim" diye ge- çirdi aklindan. Enkidu onun düstügü dalginligin kendisi için olan üzüntüsünden oldugunu düsünerek konuyu degistirdi. "Biliyor musun Gilgames, orada ilk gördügüm, Bitkiler Tanriçasi Ninazu idi. O, yerde çirilçiplak yatiyordu. O kadar güzeldi ki, gögüsleri mermerden yapilmis birer vazo gibi hiç kirisiksiz, dümdüz görünüyordu. Ona ne kadar dokunmak istedim, ama dogrusu korktum. Birisi çiviye asilmis duruyordu. Eger yaptigi günahlardan pismanlik duysa imis, çividen kopup düsecekmis, ama inadindan aldirmiyormus. Eceliyle ölenler yataklarinda yatip soguk su içiyordu. Savasta ölenlerin de anasi, babasi, karisi onun için çalisiyordu." Gilgames, "Desene orada da bir baska türlü yasam var!" "Öyle sevgili arkadasim. Çok oglu olup da ölenlerin isleri is. Bes oglu olan, iyi bir kâtip gibi kollan açik saraya adalet götürüyor; alti oglu olan saban süren gibi kalbi neseli; yedi oglu olan ise Tanri'ya yakin biri gibi duruyor. En zavallilar da kirda ölüp de gömülmemis olanlar. Onlarin gölgeleri hiç rahat edemiyor." Enkidu sözlerini bitirir bitirmez birlesme sürelerinin tamamlandigi bildirildi. Her ikisi yeniden
kucaklastilar, gözyaslari içinde birbirlerinden, bir daha bulusamamak üzere ayrildilar. Gilgames'in derdi yeniden tazelenmis, üstüne bir de ölüm korkusu gelmisti. "Ben de ölmemeliyim, ne yapip yapip ölümsüzlügü bulmaliyim" diyordu.
Sonsuzlugu Arama
Gilgames, kendisini kirlara atti. Artik agladigim kimse görmeyecek, yüreginin acisiyla attigi çigliklari kimse duymayacakti. Bu acilar içinde bir taraftan da, "Ben de Enkidu gibi ölecek miyim? Ölümden korkuyorum. Evet, korkuyorum. Bir zamanlar ölümü istemeyerek özgürlüklerini feda etmeye kalkan yaslilara ne kadar sasmis ve ayiplamistim. Simdi ben de onlara benze-dim" diye düsünüyor, kirlarda basibos dolasiyordu. Artik arkadasinin ölümünü bir yana birakmis, kendi ölümünü düsünür olmustu. Ölümsüzlügün bir çaresi olmaliydi.
Çok çok eski çaglarda, Tanrilarin insanlari yok etmek için yaptiklari tufandan sonra Utanapistim (Sumercesi Zivsudra) adli birinin ölümsüzlügü elde ettigini duymustu. Gidip onu bulmali, o nasil ölümsüz olduysa onu ögrenmeliydi. Halbuki, söylendigine göre, o çok uzaklarda, gidilmesi olanaksiz olan Tanrilar bahçesinde yasiyordu. Simdi onun akli fikri ona nasil ulasacagindaydi. Bir gün karar verdi. Ne olursa olsun, onu gidip bulacakti. O, olmayacaklari basarmisti. Bunu da basaracakti. Çünkü, basarmayi muhakkak istiyordu. Üzerine aslan postu, ayaklarina sandaletlerini giydi; eline bir dernek, beline bir hançer aldi. Sirtina bira tulumunu yüklendi.                                               Kimseye görünmeden gizlice yola çikti. Yola çikmadan önce o degerli kaplar içinde Günes Tanri ve Samas'a bal ve tereyagi sundu. Ona, kendisine yardim etmesi için dualar etti. Artik ne krallik, ne saray, ne güzelim Uruk sehri, ne de onu siirleriyle, sarkilanyla göklere çikaran halki gözüne görünüyordu. Insanlar da Tanrilar gibi ölümsüz olmali, sevdiklerinden ayrilmamaliydi. Bunun için Utanapistim'e ulasmasi gerekiyordu Gilgames'in, "Ona ulasir, ölümsüzlügün gizemini ögrenirsem, hem insanlarimi ölümsüzlüge kavustururum hem de kahramanligim üstüne kahramanlik katar, Tanrilar gibi sonsuza dek yasarim" diyordu. Uruk kapisindan çikarken, bekçilerin kendisini tanimamalari ve görmemeleri için büyük gayret gösterdi. Sümer ülkesinin yollari dümdüz ve yapiliydi. Ova yesillikler, bahçeler, tarlalarla kapliydi. Bu yesillikler arasinda yürümek, ona büyük zevk veriyordu. Ne güzeldi onun ülkesi! Fakat, zaman geçtikçe yol-iz bulunmayan tepelere tirmanmaya basladi. Gündüzleri alabildigine sicak, geceleri de soguktu. O, gece gündüz, soguk sicak demeden yürümek istiyordu. Fakat, bazen gücünün sonu geliyordu. O zaman bir agaç kovuguna, bir kaya dibine veya buldugu bir magaraya girip uyuyup dinleniyor, kendine gelir gelmez yine yürümeye basliyordu. Yanindaki yiyecekler içecekler bitmisti. Bazen yaban agaçlarindan kopardigi meyveleri, bazen avladigi hayvanlari yiyordu. Fakat, yerine bir an önce varmak için yiyeceklerle vakit geçirmek istemiyor, genellikle aç geziyordu. Hayvanlari da avlamak istemiyordu. "Kendim ölmek istemezken, neden bunlari öldürüyorum?!" diye kiziyordu kendine. Bir taraftan Tanri ve Tanriçalara çatiyordu. "Mademki, onlar bizi yarattilar, neden öldürüyorlar? Neden insanlara aci çektiriyorlar? Bir insani baskasini öldürünce cezalan- diriyorlar; Tanrilar ise istediklerini öldürüyor, istedikleri zaman sehirleri yakip yiktiriyorlar. Rüzgârlar, firtinalar, yagmurlar ve taskinliklar veriyor, tufan ile yarattiklarini yok ediyorlar. Bu yaptiklarindan dolayi onlari cezalandiran da yok?!" diye düsünüyordu. O kadar çaresizdi ki, kimi suçlayacagini, kime çatacagini bilmiyordu. Daglara tirmanirken, kayalarda elleri yaralaniyor, bu arada onlari da iyi etmeye çalisiyordu.
 Daglardan asagi derin vadilere inmek de çok zordu. Her an ayagi kayip yuvarla-nabilirdi. Üstü basi perisan bir haldeydi. Saçi sakalina karismaya baslamisti. Yolda rastladigi hayvanlar bile ondan korkarak kaçiyordu. Bir gün günesin zor girdigi bir ormana daldi. Agaçlar o kadar sikti ki, yol açarak güçlükle yürüyordu. Birden karsisina koca yelesiyle bir aslan çikmaz mi? Iste bunu hiç düsünmemisti. Bir an ne yapacagini bilemeden oldugu yerde kaldi. Acaba aslan üzerine atilacak miydi veya diger hayvanlar gibi ondan kaçacak ya da aldiris etmeden yoluna devam edecek miydi? He- men, "Enkidu olsaydi, belki de ona arkadaslik ederdi?" diye düsündü. Aslan da ne yapacagina karar vermek ister gibi bir an durarak Gilgames'e bakti ve birden saldirdi ona. Gilgames aslanin durusundan bir saldiriya hazirlandigini hemen anlamis, kendisini toparlamis, karsilik vermek üzere o da hazirlanmisti. Aslanin saldirmasiyla, Gilgames'in canavari öldüren o güçlü yumrugu aslanin alnina gelince, aslan sarsildi ve yere düstü. Gilgames onun bu durumundan yararlanarak ikinci, üçüncü yumruklarini indirince, aslan güçsüz olarak yere yigildi; kalkamadi ve kendinden geçti. Gilgames, onun artik kalkamayacak hale geldigini görünce öldürmeye kiyamayarak yoluna devam etti. Bir gün bir de bakti ki, sipsivri iki dag karsisinda. Ne kadar da birbirlerine benziyorlardi. Bu yüzden onlara ikiz dag anlamina gelen Masu adini vermislerdi. Gilgames, durdugu yerden daglari incelemeye basladi ve "Bu daglarin tepesine kadar mi çikmam gerekecek veya daha asagilarda geçit yollari bulacak miyim" diye düsünüyordu. Yavas yavas tirmanmaya basladi. Asagisi da o kadar derin görünüyordu ki, bir hayli yol alip, yukariya çiktigi zaman karsisina büyük bir kapi çikti. Kapinin önünde akrebe benzeyen, baslari göge uzanmis, ayaklari yerin dibine batmis gibi görünen iki adam duruyordu. Onlar, dogusundan batisina kadar günesi izliyorlardi.

0 yorum:

Yorum Gönder